Dünya Savaşından.. Dünya Turuna..
Japonya.. Uzakdoğu..
Bugün itibari ile Tokyo’da 1 haftayı geride bıraktım ve aralıksız her gün olaylı geçti..
Malum dünya turumdayım. Japonya’dan sonra Güney Kore, Çin .. devam edeceğim.. Kore vize istemiyor. Çin vizesi için sabah erkenden Tokyo Çin Konsolosluğuna gittim. Pasaport dışında hiçbir dökümanım yok. Tabi bu kadar kolay değil, uçak bileti, rezervasyonlar falan istediler, iyi bakarız sonra dedim, başım öne eğik çıktım..
“Pof nasıl yaparız, neyse Güney Kore’ye gidince bakarız çaresine” diyerek dolandım sokaklarda.. Haritama baktım, civarda iki güzel park-bahçe varmış. Ufak olan yakın, buldum. 150 Yen giriş ücreti. 4 Lira civarında yapıyor. Bu 4 Lira için 10 dakika kadar düşündüm nedense.. Bahçenin duvarı üzerinden içeriye bakıyor, değer mi değmez mi, ne var ki içeride diye düşünürken paraya kıydım girdim.. İyi ki girmişim..
Bahçe, dev ofis binaları arasında nefes almak için mükemmel bir yer. Civardaki çalışanların, bazıları restoranlarda kuyruklar oluştururken, bazıları yemeklerini yanına alıp buraya geliyor.. Kuş sesleri, ortadaki ufak gölde balıklar, ördekler eşliğinde yeşillikler içinde yiyorlar.
Fotoğraflar çektim.. Çiçekleri, ağaçları, ördekleri, insanları izledim.. Çıkmadan önce, biraz oturup dinlenmek istedim.. Bankta bir amca, tek başına, yöneldim yanına. Daha oturmadan, “fotoğrafını çekerim istersen” dedi. “Sağolasın çek amca” dedim, verdim makinayı, geçtim karşısına.. Çekti.. Döndüm, kuruldum yanına.. Ve hiçbir zaman unutamayacağım bir gün başladı..
Amca ile muhabbete girdik.. Ben kendimi anlattım, amca kendini.. Namio adı.. Namio Amca.. Amca dediğim bu bıçkın delikanlı tam 87 yaşında.. Emekli makina mühendisi. 58-60 yılları arasında 1.5 yıl süren dünya gezisi yapmış. “O devirde nasıldı” diyorum ve yüzünde gülücükler ile anlatıyor.
“30 yaşımdayım, (benim gibi) ne Yen var, ne Dollar.. Japonya ekonomisinin savaş sonrası çok kötü olduğu yıllar.. Üniversite bitirdim ama boşuna, iş yok. Savaştan yenik çıktık, ülke Amerikan ambargosunda. Elime bir şans geçti, Amerika’da bir şirkete stajyer olarak başvurdum ve kabul edildim. Yolculuk dahil herşeyi karşılayacaklar. Bir tilkilik yapıp, “uçağa binmem” dedim, “tamam karadan gel” dediler. Asya, Ortadoğu, Türkiye üzerinden tüm Avrupayı aştım, İngiltere, oradan da gemi ile Amerika’ya geçtim. Dönemin şartları malum, ben de biraz ağırdan aldım. Geze geze Amerika’ya gitmem 1.5 yılı buldu ve bütün masrafları ödediler” diyor kahkahalar içinde..
Amca dedim çılgınsın sen.. “Çılgınlık değil biraz şans, biraz da fırsatları yakalamak” dedi ve devam etti..
“Amerika’da stajyerlik süresince hep gezme fırsatlarını kovaladım. Bir otobüs bileti buldum ve 99$’a 90 gün buyunca ABD’yi uçtan uca gezdim mesela. Ülkeme dönünce de gezmeyi hiç bırakmadım. Geçen seneye kadar, her yıl, iki ayımı dünyayı gezmeye ayırırdım. Görmediğim yer pek kalmadı. Artık yaşlandım, benimle birlikte gezenlerin en yaşlısı benden 20 yaş küçük oluyor, onlara yetişmekte zorluk çekiyorum. Kulaklar da pek duymuyor, havaalanında kapı değişti diye anons yapıyorlar, duymuyorum, sorun oluyor 🙂.. Hanım da artık yeter gezme diyor..”
“Türkiye’ye de gittim, 15 yıl kadar önceydi.”
Hatırlamaya çalışıyor, bir anısını söylüyor, “yok ya orası başka bir ülkeydi” diyor sonra 🙂. Kartını verdi, “mail at bana fotoğrafları”, “Facebookta varım ordan ekle” dedi 🙂.. Vedalaştık.. Kalktım amcanın yanından..
Tam bahçeden çıkıyorum, arkamdan bir ses.. Baktım amca hızlı hızlı geldi yanıma, “yemek yedin mi sen” dedi. “Yemedim”. “Seni yemeğe davet ediyorum o zaman beraber yer miyiz?”. “Tabiki” dedim.. “Dur hanıma gelmeyeceğim diye haber veriyim, bana hazırlamıştı o” dedi ve zor gören gözleri ile cep telefonundan teyzemi aradı. “Toruko ile yiyoruz, beni bekleme yemeğe”. Türklere Toruko diyorlar..
Amcam ile düştük sokaklara.. Önceleri sık sık gittiği bir restoranı aradı, kapısına gittik, kapanmış. “Buralar çok değişti, şu gördüğün gökdelenlerin arazisinde önceden tren deposu vardı” dedi.. Amcam tabi yaşayan tarih.. Sonra birkaç kişiye sorup tarif alarak, Dünya Ticaret Merkezi binasının yemek katına çıktık. Amcam birkaç restoranı teftiş ettikten sonra, “tamam bu güzel gel” dedi ve girdik birine..
Japon yemekleri tabi ben anlamıyorum. “Herşeyi yerim” dedim “amcam sen seç”.. O seçti, yemekler geldi, mükemmel görünüyorlar. Yemek eşliğinde muhabbete geri döndük..
Amcama “savaş dönemi nasıl geçti” diye sormaya çalıştım ama kulakları ağır duyduğu için ne kadar sesimi yükseltsem de anlaşamadık.. “Savaş, savaş” diye restoranda bağırmamak için “1944-45’te nerelerdeydin, ne yapıyordun?” dedim.. Anlattı;
“Şaşırdım, çok ilginç soru, tebrik ediyorum seni, bunları öğrenmek istemen güzel şey.. O zamanlar orta okuldayım.. Ders falan yok tabi, 2 yıl boyunca silah fabrikasında çalıştım. Uçaklar için mermi üreten bir fabrika, tamamı çocuklardan oluşuyor. Tabi tahmin edebilirsin, çocukların yaptığı şeyler sonuçta, kalite çok düşüktü.. Tüm fabrikalar yer altında, şehirler bombalanıyor.. Eğitim falan alamadık.. Herkes ekmek peşinde bu fabrikalarda çalışıyor.. Birgün daha büyük bir fabrikada iş buldum, daha çok ekmek demekti.. Tren ile bir gün uzaklıktaki başka bir şehire gitmem gerekiyor.. Trene bindim ve bir gün sonra indiğimde, savaş bitmiş. Teslim olmuşuz. Tabi artık bu yeraltı fabrikalarına da gerek kalmadı. Yine işsiz kaldım, çok kötü günlerdi..”
Fotoğrafımızı çektirdim garsona.. Amca heyecanlı bir şekilde;
“Aaa iPhone mu o?.. Gezginler için süper şeyler bunlar, haritalar var, hoteller var, herşeyi bulabiliyorsun.. 3 yıl önceki gezimde (84 yaşında) bir hata yaptım, Milano’dan Venedik’e gidiyorum, ucuz bir trenden bilet aldım ve kompartımanda uyudum. Uyandığımda paralarım, pasaportum, iPad’im hepsi çalınmıştı.. Çok fenaydı.. iPad’im benim herşeyim, herşeyi onunla ayarlıyorum.. Kalacağım Hostel’e gittim. İnternet’ten bizimkilere haber verdim. İnternet mükemmel birşey. Bütün dökümanları yolladılar. 2 gün sonra hiçbir şey olmamış gibi gezime devam ettim..”
Arada amcam kendi yiyeceklerini benim tabağıma atıyor, “dur yapma” desem de, “sen gençsin ye” diyor. “Çok” diyorum, “olsun, akşam yemeği de aradan çıkmış olur” diyor..
Çoluk çocuk ne yapıyor diye sordum “senin baban kaç yaşında” dedi. “56”.. Bir güldü 🙂 “Benim en küçük oğlan o yaşta”..
Amcam ile yenge belli bir yaşa gelince evlatlar demiş ki “artık yaşlandınız gelin birlikte yaşayalım”.. Amcam “hayır teşekkürler, biz birbirimize yetiyoruz ve özgür olmak istiyoruz” dedik diyor.. 87 yaşındaki bu bıçkın delikanlı ile 84 yaşındaki yengem.. Hayata öyle bir tutunmuş ki, bırakmaya hiç niyetleri yok.. Amcam dünya gezmelerini bırakmış ama “her gün sabah 9’da çıkar, öğlen 3’te dönerim eve” diyor.. “Her gün, Tokyo’nun başka bir köşesini geziyorum. 22 yıldır emekliyim. Para biriktirmeye uğraşmıyorum, günümü gün ediyorum. Devlet bana ne kadar bakmaya devam eder bilmiyorum ama ben daha yaşarım, onlar düşünsün” diyor gülerek..
“Saat 3’e geliyor. Dönme vaktim geldi”.. “Seni ben davet ettim, ben ödeyeceğim” diyerek, elimi cebime attırmıyor.. Bana göre çok çok yüksek olan hesabı ödüyor ve kalkıyoruz..
“Ne yapacaksın bugün” diye soruyor.. “Bilmiyorum”.. Bir kaç park-bahçe tarif ediyor.. Sarılıp öpüyorum amcamı.. Vedalaşıyoruz.. Bir duygusallık sarıyor içimi ama anlatamam..
Amcamın tavsiye ettiği bahçelerden birine gidiyorum.. 300 Yen olan giriş ücretini tereddütsüz ödüyorum ve bir göl kenarında oturup düşüncelere dalıyorum..
Namio Amcam.. Çocukluğunu yeraltı fabrikalarında mermi üreterek geçirmiş.. Gençliğinde dünyayı görmeyi kendine hedef seçmiş.. Ve 90’a dayanan yaşı ile.. Hala güleryüzlü.. Hala hayatın tadını çıkarıyor.. Hala gezmeye çalışıyor..
Hala özgür..
Yorum yapın